Bir oyun kuralım istiyorum. Bu öyle bir oyun olsun ki; liderler oyunun içinde asla oynayamasınlar. Sadece oyun içerisinde; oyuncuları eğitsinler, geliştirsinler, öğretsinler, desteklesinler, gerekiyorsa oyundan çıkarsınlar. Ama, asla oynayamasınlar. Liderlerin tek başarısı, bilgilerini, becerilerini, kendi yetkinliklerini oyuncularını aktarmaları olsun.
Üniversitedeki hocam, neredeyse her hafta anlattıkları ile beni yazacağım konular hakkında düşündürüyor ve söyledikleri ile yeni ufuklar açıyor. Bugün yine ondan esinlenmeler ile düşündüklerimi paylaşmak istiyorum. Ekip sporlarında antrönerlerin liderlik davranışları hakkında anlattıklarını şirketlerde uygulandığını hayal etmemi sağladı.. Bu hayalim gerçekleşmiş olsaydı neler değişmiş olurdu?
· Lider öğretebilirdi. Öğretmenin ne kadar zor olduğunu bilirdi; öğretmeyi önemserdi. Sadece kavramsal düzeyde değil, uygulama düzeyinde de öğretmiş olurdu. Kazanmak gerektiğini kavramak ile kazanma becerisi ile oyunda oynayabilmenin farkını yaşatırdı. Oyunun kurallarını kendisi çok iyi anladığı için, bütün oyunculara kazanmanın kurallarını öğretmeye kendini adardı. Kazanmanın tek yolunun, bütün oyuncuların ekibin kazanma davranışını anlamış olmasında olduğunu bilirdi. Gerekli teknik ve idari konular yanında, diğer yan dalları (insan, psikoloji, sistem) da iyi bilirdi.
· Yol gösterici, yol açıcı olurdu. Bizzat kendisi oyuna girmeye çalışmazdı. Ekibin kendi yolunu nasıl açacağına ilişkin bilgi ve beceri ile donandığını bilirdi. Bildiği için, oyuna müdahil olmazdı.
· Amaç takım halinde kazanmak olduğu için, oyun içerisindeki oyunculara eşit davranırdı. Oyuncunun gelişimini izler, güçlü zayıf yönlerini çok iyi bilir, görev dağılımını buna göre yapardı. Yıldız oyuncuların sadece tanınma, bilinirlik kattığını ve kazanmayı sağlamadığını bilirdi.
· Lider, kendine ve ekibine dürüst olurdu ve ekip bu dürüstlüğe inanırdı. Bu dürüstlüğü ile ekip üyelerine davranışlarındaki farklılığın eşitsizliği bozmadığını, lidere yakın olmak ile ekibin kazanmasının aynı anlama gelmediği, ekip içinde kazanmanın sadece sanal bir kazanç olduğunu herkes anlardı.
· Otorite ile korku arasındaki ince çizgiyi çok iyi anlamış olduğu için; ekibin başarı için otoriteye ihtiyaç duyduklarını, ancak korkunun bu otoriteyi sanallaştırdığını bilirdi.
· Lider öğrettiği oyunu ve oyuncularını severdi. Sevmenin başarmanın temeli olduğu bilgisi ile, oyuncularına da oyunu sevdirir, seven ile sevmeyeni ayırırdı.
· Lider; sadece ekibi ile değil, iş ortamındaki ilişki içerisindeki bütün kişiler, kurumlar ve her türlü çıkar sahipleri ile başa çıkabilirdi. Kendini değil, ekibine sahip çıktığı için bütün çevresel etkilere karşı onları korur ve güçlendirirdi.
· Lider; ne altyapıya, ne elindeki oyuncuların yetkinliklerini mazeret gösterirdi. Liderliğin, mazeret üretme yeri değil, başarı üretme yeri olduğunu bilirdi.
· Liderliğin, geleceği ve gelecekte rakiplerin ne yapacağını görmek olduğunu bilirdi. Bugünü; gördüğü geleceğe göre şekillendirirdi.
İyi bir lideri olmayan takımın iyi bir oyun sergilemeyeceğini herkes bildiği için; yüksek ücretler alan CEO ların bunu niye hak ettiğini böylece bizlerde anlamış olurduk. Kriz anlarında, başarısızlığın bedelini takımın işten çıkartılması ile çözülemeyeceğini görür ve bugün yaşanan işten çıkartmaların sebebini kabul edebilirdik.
Milliyet KOBİ, Nisan 2009