Kitaplar verimlilik kelimesini, kalkınmanın ölçüsüdür diye tanımlıyor. Kaynakları ne kadar etkin kullandığınız ile ilgilidir. Elde edilen çıktının, girdi öğelerine bölünmesiyle bulunur. Kullandığınız girdinin tamamının çıktıya dönüştürülme performansını ölçer. Girdileri israf etmeden, katma değer yaratmanız ile ilgilenir. İsrafınızın, kayıplarınızın çok az olmaması veya hiç olmaması hedeflenir. Kalkınmak, kıt kaynakların etkin kullanımı ile mümkündür. İsraf, boşa çalışmaktır. Boşa çalışan insanlar, kurumlar, ülkeler kalkınamaz. İşçinin, ücret ödenen zamanı içerisinde veya makinanın çalıştığı süre içerisinde veya kullanılan malzemeden fire vermeden maksimum satılabilir ürün elde edilmesi amaçtır. Harcadığımızın karşılığını almaktır. Ne kadar çok karşılık alabiliyor isek, o kadar iyi oluruz. Ne kadar iyi isek, o kadar var oluruz. Verimlilik kelimesi, var olmak ile ilgilidir. Var olmanın altyapısıdır.
25 yıllık meslek hayatım içerisinde yapmış olduğum verimlilik projelerinde, ‘verimlilik kelimesi taraflar (işveren-işgören) için hangi anlama geldi?’ diye düşündüm. Bu kelimenin anlamının, işveren ve işgören için her zaman farklı anlamlar – hayaller ifade ettiğini fark ettim. Verimliliği anlatırken, kime anlattığım çok önemli oldu. Ancak, her iki taraf için bu anlam, Türkiye’nin sanayileşme tarihi ile paralel anlam değiştirdi.
1980 lerin öncesinde verimlilik kelimesi işveren için ‘işçinin daha çok üretim yapması’, işçi için ‘daha çok çalışmak’ anlamına geliyordu. Kapalı bir ekonomide, büyük bir talebe, kısıtlı sayıda işveren ürün ve hizmet yetiştirmeye çalışıyordu. Çok üretmek, çok satabilmek demekti. Müşteri hazırdı ve almak için kuyrukta bekliyordu. Bu dönemlerde verimlilik projeleri; bu kelimenin taraflar tarafından iki farklı uçta bir anlam ifade etti. Verimliliği anlatmak ve uygulamak bu yüzden bu dönemlerde zordu ve hatta gereksizdi.
1980-2000 li yıllarda; işveren için ‘bütün üretim kaynaklarının verimli kullanımı’, işçi için ‘hem daha çok çalışmak hem de sorumluluğun artması’ anlamına geldi. Gümrük birliğine gelinmesi ile; daha çok işveren, daha çok pazarda daha değişik müşteri isteklerine ürün ve hizmet sunmak zorunda kaldı. Bu ortam, verimlilik kelimesinin anlamını değiştirdi. Artık; işveren sadece işçinin daha çok üretim yapması ile verimliliğini ölçmez oldu. Malzeme, ekipman, para v.b bütün kaynaklarının verimli kullanımı ile rekabet gücünü korudu. Dolayısı ile bu dönemde her yönetim kavramının önüne toplam (toplam kalite, toplam üretken bakım v.b) kelimesi konuldu. İşçiye kalite, bakım sorumluluğu verildi. İşçinin verimliliğe katılımını zorunlu hale getirdi. Ancak yine de, bir isteksizliği içinde hep barındırdı.
Şimdi küresel krizden sonra, bu kelime yine anlam değiştirmeye başladı. İşveren için bu anlam ‘ayakta kalmak’, işçi için ‘işini korumak’ anlamına geliyor artık. Şimdi yeni bir dönem başlıyor. Kaynaklar tükendi. Hem çevresel (malzeme kullanımı, doğanın korunumu) olarak, hem pazar yapısı olarak, hem de finans olarak. Tüketici, geleceğe borçlanarak geleceğini de tüketti. Şimdi verimlilik çok daha gerçek bir anlam ifade ediyor artık. Her iki taraf içinde artık aynı anlama geliyor. ‘VAR OLMAK-VARLIĞINI SÜRDÜRMEK’. Zamanlarını, malzemelerini, paralarını, müşterilerini israf edenler, boşa harcayanlar yok oluyor. Şimdi korumak önemli. Hem de etkin bir koruma zorunlu. Artık verimlilik, hayatta kalmanın gereği oldu.
Kelimelerin gücü bu yüzden çok önemli. 1895 yılında GUSTAVE LE BON’un yazdığı ‘Kitlelerin Gücü’ kitabında ‘Kelimelerin gücü zihinlerde uyandırdığı ve gerçek manalardan apayrı hayallerden gelir.’ diyor. Verimlilik kelimesi bu yüzden şimdi çok daha güçlü. Çünkü her iki tarafın zihninde gerçek anlamında bir imaj-hayal yaratıyor. Herkes aynı şekilde anlıyor. Verimlilik çok daha anlamlı artık. Hayatı ifade ediyor. Verimlilik var olmanın altyapısıdır.
Milliyet KOBİ, şubat 2009