Bilim amacını başından beri, olanı anlamak ve açıklamak, olacağı öngörmek ve denetlemek olarak koymuştur. Deterministik bilimde bir sistemi anlamak istiyor isek; girdiler ve çıktılar arasında anlamlı bir ilişki ararız. Sistemin davranışını etkileyen değişkenleri anlarsak sistemin ürünü – çıktısı hakkında da öngörü sahibi olabiliriz. Hepimiz Newton ile başlayan bu ilişkisel formülleri öğrenerek yetiştirildik. Ancak bu yaklaşım ile açıklayamadığımız olaylar, bilimi yeni bir anlayışa yönlendirdi. Einstein ile başlayan bilimdeki devrim, bizi deterministik bilimin rahatlığından ve kesinliğinden hızla uzaklaştırdı.Yeni çalışmalar, bize doğada yeni kurallar olduğunu anlatmaya başladı. Bu kurallardan biri;’Her sistem; özü itibariyle kendi kendini örgütlemekte, uyum sağlamakta ve öğrenmektedir. Çevre içinde yaşamak ve konumunu güçlendirmek için tepkiler vermektedir’ demektedir.
Doğada var olan en basit sistem olan bakteriler de bile bu uyum sağlama ve öğrenme gözlemlenmektedir. Bakteriler; bir yiyeceğin üzerine konulduğunda yiyeceğe ulaşmak için kendilerini çoğaltmak zorunda kalacaklardır.
· Bunu başarmak için likit hale geçmek durumundadır.
· Bazı bakteriler önde gitmektedir. Diğerleri onu takip etmektedir.
· Birlikte hareket edip, diğerleri ile koordinasyon kurarlar.
· Her bakteri kişisel eylemini yapar.
· Bütünsel hareketi sağlamak için birbirleri ile iletişim sağlamak zorundadırlar.
· Ne kadar yol alınacak, ne kadar besin alınacak v.b sorulara cevap vermek zorundadırlar. Bunu genetik bilgi transferi ile yaparlar.
Bu sürece baktığımızda; varlığını sürdürmek için bakterilerin, hem yapısal değişim geçirerek eylemini gerçekleştirmekte olduğunu, hem de birbirleri ile iletişim halinde örgütlenerek amaçlarına ulaştıklarını görmekteyiz.
Yeni bilimin öğretileri ile yönetim bilimini yeniden değerlendirdiğimizde, bireysel değişim ve gelişim ile birlikte kurumsal öğrenmeyi de gerçekleştirmemiz gerçeği ortaya çıkmaktadır. İnsan doğası gereği kollektif var olan bir canlıdır. Bireysel gelişim ve değişim, kuruma yansımadığı sürece, kişinin kendisine ve kurumun varoluşuna bir fayda da sağlayamayacaktır. Bireyler; içinde bulunduğu çevre ile etkileşim ve iletişim içerisinde değişen duruma ve koşullara uyum sağlayabilmektedir. Bu uyum oluşmaz ise, kişi kendisini yalnız hissetmekte ve içinde bulunduğu kurumdan kendini kopartmaktadır. Bireysel değişiminin ve gelişimin entelektüel seviyesine uygun yeni bir kurum arayışına girmektedir. İşte bu sebeple; kuruluşların eğitim planlarındaki bireysel eğitim bütçelerini anlamakta zorlanıyorum. Bir sürü soruya cevap veremiyorum. Bakalım sizler cevap verebilecek misiniz? Bir cevabınız var ise lütfen yazın, öğreneyim. Benim bireysel öğrenme sürecimde sizlerin de katkısı olsun.
· Eğitim kurumsal bir hedefe ulaşmak için oluşturulmuş bir projenin bir parçası mıdır?
· Bu proje sonunda kurumsal olarak neyi başarmış olmayı istiyorsunuz? Neyi çözmek istiyorsunuz? Neyi değiştirmek istiyorsunuz?
· Bu eğitim ile birey hangi eksikliği tamamlayacaktır?
· Eğitim sonunda hangi faaliyeti gerçekleştirecektir?
· Bireyin eğitimden önceki başlangıç durumundaki yetkinliği ve bilgi seviyesi nedir? Neyi tamamlamak istiyorsunuz?
· Bireysel eğitime katılım sonunda bireyde yaratılacak olan değişim, kuruma nasıl yaygınlaştırılacaktır?
· Bireyde elde etmeyi düşündüğünüz bu gelişim ve değişim ile kurumsal gelişim ve değişiminizi nasıl uyumlaştıracaksınız?
· Bireysel eğitim sonucunda öğrenen birey, içinde bulunduğu çevre içerisinde konumunu güçlendirirken, kurumu nasıl geliştirecek ve güçlendirecektir?
Cevabını aradığım sorulara çoğunlukla aldığım cevaplar, beklediğim cevaplar olmamaktadır. Tezim; kurumsal öğrenmeye katkısı olmayan bireysel öğrenmenin kurumsal kaynak savurganlığına sebebiyet verdiğidir. Tek faydası; bireylerde yarattığı farkındalıktır. Bireyler bu farkındalık ile kumrusal değişime katkı sağlamayı denemekte, başarısız kalınca aynı farkındalık seviyesindeki yeni kurumlar arayışına girmektedir. Bireyler; kendisini anlayan, anlatabilen ve iletişim içerisinde etkileşimde olduğu bir topluluk istemektedir. Bulunduğu çevre içerisinde bu ihtiyacını karşılayamıyor ise, kendisine yeni bir topluluk bulma eğilimine girmektedir. Bireylerin kurumlar arası hareketi (iş değiştirmeleri), toplumsal öğrenme adına bir fayda olarak değerlendirilebilir. Bireysel eğitimler planlayarak, kurumsal gelişimimizi sağlayamasak bile, topluma fayda sağlıyoruz denilebilir. Topluma katkı sağlamak da kurumsal performans açısından değerli bir iş sonucudur. Ancak; kurumsal öğrenme ile sahip olacağımız kurumsal güç sayesinde, içinde yaşadığımız topluma daha büyük katkı sağlayabilecek iken; bireysel eğitimler ile yetiştirdiğimiz arkadaşlarımızı başka kurumlara kaçırmak, kaynak savurganlığıdır.
Milliyet KOBİ, Eylül 2008